SİNETAYFA

Pardon abi. Kötü filmleri sardırarak izlediğini sanıyordum. @denisilin

Beyaz Dağın Çocukları (IMDb ID'si bulunmadığı için ekleyemedim ama demek ki artık TMDb ID ile de künye ekleme vakti gelmiş...

Kısa ve belgesel tarzında bir yapım aslında ama atmosfer o kadar hoşuma gitti ki, nasıl anlatsam bilemiyorum... Çocukluğumdan beri yapmak istediğim ve binbir bela ile boğuşarak kazandığım resim öğretmenliği bana yaptırmayan sistemden mi girsem; yeni defter-kitap ya da Arı Maya'lı silgi kokusundan mı? Çıtır çıtır yanan sobanın sıcaklığından mı bahsetsem; yoksa, dağ yamaçlarından süzülüp gelen püfür püfür kar serinliğinden mi?

En iyisi susmak bence... İzleyen anlayacaktır zaten.

Not: Filmi MUBI'de izlediğimi @Commander Dragonlord'a söylemeyin sakın!

svsknr yazdı: 19 Ağu 2025ama demek ki artık TMDb ID ile de künye ekleme vakti gelmiş...

Sanırım başardım!

Yol yakınken gel vazgeç bu sevdadan. Kanlı soykırıma ortak olma. Gel sen de boykotumuza katıl. Masumların kanıyla kirlenmiş sanattan zaten kimseye hayır gelmez. Öyle sanat zaten olmaz. @svsknr

Bu filmin adını ne zamandır duyuyordum. Geçen Mayıs'ta Cannes'de dünya prömiyerini yaptıktan sonra adını daha sık duyar olmuştum. Orada büyük ödül Altın Palmiye'ye aday olmuştu, ki bu -Nuri Bilge Ceylan Altın Palmiye aldığında ne kadar sevindiğimizi göz önünde bulunduracak olursak- az buz bir başarı değil. Kaç aydır sağdan soldan insanlar, forumlardan, sitelerden, çeşit çeşit mecralardan "Eddington! Eddington!" diye başımın etini yiyor, bu da tam bir kakofoniye, yani kuru gürültüye yol açıyordu. Kısacası insanlar filmin etrafında tam bir fırtına koparıyordu. Böyle şeyleri hiç sevmem açıkçası, çünkü filmle ilgili beklentileri yükseltir, bir hype akımı yaratır, filmin önüne geçerek filmin kendisini gölgeleyebilir böyle şeyler. Bu kadar tantana karşısında daha fazla dayanamayıp "Eeeeh, yeter ulan! İzleyelim de neyin nesiymiş, kimin fesiymiş görelim!" diyerekten oturdum izledim dün akşam. Öncelikle şunu belirteyim, film geçen Mayıs'da Cannes Film Festival'inde seçkin bir grubun izleme ayrıcalığına erişebildiği bir filmdi. Malum, Cannes çok seçkin bir festival. Öylece bilet alıp, elini kolunu sallaya sallaya gidemiyor insan. İstanbul Film Festivali gibi, bilet usuluyle çalışmıyor. Akreditasyon usulüyle çalışıyor. (Çok ilginç, eskiden biletle gidiliyor zannediyordum.) Tom Cruise gibi yıldızlar, Efe Çakarel gibi streming servisi yöneticileri, Kerem Ayan gibi festival direktörleri falan katılabiliyor ancak. Dolayısıyla o "ayrıcalıklı" insanların arasına oturup da filmi erkenden izleyemediğim için üzülüyor, "Türkiye'ye kim bilir ne zaman gelir bu film?" diye dertleniyordum. Neyse ki çok bekletmedi beni. Dün akşam kendisiyle vuslata erdik çok şükür. Peki film gerçekten de söylendiği kadar var mıymış? Hemen uzatmadan, kısaca yanıt veriyorum: Evet, varmış. Yıl daha bitmemiş olmasına rağmen, bu filmin 2025 yılının en iyi filmleri listelerinde kendisine sıklıkla yer bulacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Karşımızda dört başı mamur bir film var çünkü. Yönetmen koltuğunda "Midsommar" ile adını sağır sultanın bile duyduğu Ari Aster oturuyor. Ari Aster iyi ki de oturuyor bu koltukta, çünkü başka bir yönetmenin elinde bu hikâye ne hâle gelirdi, düşünmek bile istemiyorum. Filmin hikâyesinden fazla bahsetmedim çünkü hem spoiler yemenizi istemiyorum, hem de filmin etrafında koparılan fırtınaya katkıda bulunmak istemiyorum. Bence bir film, etrafında koparılan fırtınadan azade bir şekilde izlenmelidir. Filmi izlerken her şeyi bir kenara bırakıp, sakin kafayla izleyin yani. Yok şu şunu demiş, yok bu bunu demiş, yok falanca eleştirmen çok beğenmiş, yok falancası yerden yere vurmuş, bunları çok kafaya takmayın, hatta okumayın. Son olarak da altyazı mevzusuna değineyim. Filmi izledikten sonra, "Ah ulan, keşke bu filmin altyazılarını çevirsem de, kanalıma yüklesem, millet istifade etse." diye bir heves geçti içimden. Sonra filmin çok popüler olduğu, etrafında kasırga koparıldığı, altyazı çevirmenlerinin filmi çevirmek için çoktan yarışa başladığı geldi aklıma ve çevirmekten vazgeçtim. "Neden böyle bir yarışa girip; kendimi yıpratayım ki?" diye düşündüm ister istemez ve parmaklarım kaşınmaya başlamasına rağmen, çevirmekten vazgeçtim. Onun yerine, gidip 1969 yapımı, IMDB'de bir tane kullanıcının bile oylamadığı eski bir filmi çevirmeye karar verdim. Film Charles Dickens'ın İşaret Memuru adlı hikâyesinden uyarlanmış. Hazır hikâyeyi de taze taze okumuşken, "çılgın kalabalıktan uzaklaşarak", gidip o filmi çevireyim bari.

Hem Adapazarlı bir depremzede, hem yan sokak komşusu, hem de kızını yüzmeye veren bir veli olarak paylaşıyorum bunu... Yokluktan gelen azim ve birlik insanı aşırı duygulandırıyor! Vaktiniz varsa izleyin derim. Şimdilerde sürekli madalya kazanan Kuzey Tunçelli ve daha bir sürü sporcunun doğduğu yer...

Beğenmedim lakin muazzam bir kadro var, zaten yönetmeni söylemeye gerek yok!

Şu atv’de oynuyor ve can sıkıntısından izliyorum ama sarmadı diyemem. Boşluk kötü birşey…

Nick Nolte ve Jacqueline Bisset gibi oyunculara rağmen vasat kalmış bir yapım!

Baba oğul ilişkilerine dönük, gazeteci ve düşmüş bir boksör üzerinden ilerleyen, sağlam kadrolu, sıkı bir yapım!

Duymadığım, bilmediğim bir yapımdı. Jimmy Fallon saftrik polis rolünde çok başarılı… Kısa, keyifli bir komedi…